Piknikçileri Anlamak

Bu yazı piknikçileri nasıl anlayacağınızdan ziyade onları anlamanızın neden imkânsız olduğu konusundadır, benim için bir “kızgın kumlardan serin sulara atlama” etkisi yaratan bu satırların okuyucu üzerinde ne gibi etkiler bırakacağı bilim-etik tartışmalarına girer, siz benim deneklerimsiniz (bunu bir ben yapmıyorum bence).

Bilmiyorum pikniğe gittik diyenlerde var mı ama ben piknik yaptık derim. Çünkü pikniğe gitmek tam karşılamıyor olan biteni, piknik yapmaya gittik denilebilir ama sanki cümle piknik yapmaya gittik ama yağmur yağdı, ortalık çamur oldu, fırtına çıktı, arabamız çalındı (dayanılmaz örnekleri çoğaltma dürtüsü) şeklindeymiş izlenimi veriyor zavallı insan beynine.

Pikniğin aynı şeylere gülebilen insanlarla birlikte yapılması bir zorunluluk olmasa da alabileceğiniz eğlenceyi yukarılara tırmandırabilmek için gerekli olduğu unutulmamalıdır. Demek istediğim yakın dostlarınızla yapacağınız piknik veya ailenizle yapacağınız piknik, gözleriniz kapalı şekilde bir filin farklı yerlerine tutmak gibi değişik izlenimler edinmenize neden olabilir piknik hakkında.

Piknikçileri anlamak bir yana pikniklerde olan esrarengiz olayları bile aydınlatmada bilim henüz emekleme aşamasındadır. Ayberk’ in kaybolan kaynak gözlüğü, esrarı sorguya çekmemize rağmen sonuçsuz kalmıştır. Bir pikniğe neden kaynak gözlüğü götürülür diye sormayın, inanın mantıklı açıklamasını biliyorum ama önemli olan bu değil. (Hatta gözlüğü kimin kaybettiği de bir muammadır, ne yazık ki iki şüpheliden biri benim)

Aslında buraya fotoğrafları da ekleyerek zengin dursun kaygımı giderebilirdim ama taşıdığım diğer kaygılar daha ağır bastığı için foto-dan-yazı adındaki geliştirdiğim bir yz uygulamasının çıktılarını paylaşacağım.

İki bin üçte gerçekleştirdiğimiz piknik hakkında aklımda nedense pek bir ayrıntı kalmamış. Hatta piknik dönüşünde çektirdiğimiz mezuniyet fotoğraflarındaki ben az önce piknikten döndüm ifadesi olmasa yapmadık bile diyebilirdim (bu nasıl bir surettir diye merak ediyorsanız bir zahmet sıradaki piknik dönüşünüzde aynaya bakınız).

İki bin dörtte şöyle şeyler oldu:

15: bu fotoğrafta her şey çok sakin sanki bir fırtına öncesi sessizlik gibi Osman’ ın yüzünde hiç eksik olmayan bir gülümse, Levent' de ise daha çok tebessüm olarak adlandırabileceğimiz bir ifade var, Ayberk’ in ise bir kulağı bizde diğer kulağı [bir_şarkıcı_ismi] de kendinden emin bir ruh hali var ve son olarak Veli de ise anlatımın kelimelerle nerdeyse imkânsız olduğu bir ifade sanki size gülümsemek istiyorum ama belli etmek istemiyorum diyen bir yüz var.

16: Levent burada bize "benim gözlerim kapalı olabilir ama gönül gözüm açık" diye hava atıyor, Ünal ise Levent doğru söylüyor, helal olsun çocuğa, bize de tebrik etmek düşer diyor, bense olayın önemine hiç ehemmiyet vermeden bir bilmecem var çocuklar... adlı reklam nakaratını pervasızca söylüyorum.

17: Bu fotoğrafta korku, endişe ve tedirginlik hisleri hâkim. Arka koltukta oturan çocuk bizim deli olduğumuzu düşünerek (haksız da değil hani) otobüsten sağ salim kurtulma planları yapıyordu.

18: Bu fotoğrafta ise ana sponsorumuz *epsinin bir reklâmı yer alıyor, bütün konaklama, ulaşım masraflarımızı karşılayacaktı ama biz hop orda dur dedik sen bizi ne zannediyorsun bir piknikçi kendi piknik parasını kendi verir dedik.

19: Osman'ın fotoğrafçılık alanında yaptığı deneysel çalışmalardan biri biz ona "Osman bizim fotoğrafımızı çek" dedik, o bize “bir şartla” dedi, “fotoğrafta bende olacağım”, biz dedik “imkânsız”, o dedi “imkânsız diye bir şey yoktur” ve bize bunu kanıtladı ama bir bedel ödenmesi gerekiyordu ve bu da benim yarım olarak çıkmamdı (Ayrıca Ünal dişlerini günde 33 kere fırçaladığını gözlerimizin önüne seriyor.)

20: Bu fotoğraf çok karmaşık bunun için iki ana başlık altında ele almaya kara verdim ilk olarak "bu çatalca halk minibüsünde bizden başka kimse yok mu?" sorusuna yok olur mu hiç, var tabi ama korkudan hepsi kucak kucağa oturmak pahasına olsa da ön taraflara geçti cevabını vermek isterim. Bize gelince sonunda Osman’ ı normal yöntemlerle fotoğraf çekmeye ikna ettik. Ayberk şu anda yaptıklarımızı tasvip etmeyip bizi kınıyordu.
Ünal, Ayberk’ in yanında oturduğu için ve biraz da onun korkusuyla gülümsemesini saman altından yapmak istiyor ama ne mümkün, Levent ise görsel basının içinde bulunduğu karanlık oyunları kınamak için bir fotoğraflık "yüz göstermeme" eylemi yapıyor, veli ise kahkahalarını bastırmak için kendisiyle derin bir savaş içinde.

21: Dinlenme molası.

22: Osman’ dan bir güç gösterisi.

23: Ünal tam rövöşataya (böyle yazılmadığına bahse girerim) kalkarken Veli bu anı ölümsüzleştirdi.

24: Kıran kırana bir maç...

25: Osman’ dan yine bir güç gösterisi ve Ünal topu ıskalıyor, Ayberk ise tüm bu olanlara dur demek istiyor ama şaşkınlıktan ağzını bile açamıyor.

26: Levent ve yeni tişörtü (ben hediye ettim ve Veli burada bir fotoğraf hatası yapmış ve makinenin ipi kareye girmiş)

27: Levent bizim eşyalara göz kulak oluyor ya da biz öyle zannediyoruz.


İki bin beş şu olaylara tanıklık etti:

1: Yemek yemiştik evet ama hepimiz iflah olmaz bir bünyeye sahip olduğu için daha fazla daha fazla diyorduk ve üstün gayretimiz sonucu Osman' ın buzdolabının içindeki en ücra köşesinde biz gittikten sonra tek başına yemek üzere gizlediği, yiyene uzun ömür ve Herkül kadar güç verdiği iddia edilen ve tarifi sadece Girit ailesinde olan tatlıyı bulduk, yemeye başladık ve olaylar olmaya başladı... Fotoğraftaki küçük ayrıntılar sanki önümüzde yaşayacağımız garip olayların birer habercisiydiler. Velinin gülmek için kendini tutması, Levent’ in bıyık altı gülmesi ve Ünal’ ın çatalındaki kakaonun siyahlığıyla benim çatalımdaki kremanın beyazlığı sanki uzaktan uzağa ying-yang felsefesine gönderme yapıyordu. Ayberk’ in pozu aslında üzerinde derin araştırmalar yazılıp tez konusu olabilecek cinsten, sanki sütçüoğlunun reklâmında deneme çekimleri yaparken hiç bir şansı olmadığı halde yönetmeni etkilemek için en şuh ifadesini takınmış ve "sütçüoğlinin adi, tavükgöğsinin adi var" diyor.

8: Osman bizi iş üstünde yakalar, ama nafile iş işten geçmiştir, Osman’ ın tatlıyı bizimle paylaşmaktan başka hiç bir şansı yoktur. Bunun bilincinde olduğu için hemen yemeye baslar. Levent’ in ve Ünal’ ın dikkatinden kaçan Osman’ ın tatlı dilimlerinden aldığı koca dilimler Veli’ yi tedirgin etmiştir ve bunun önüne geçebilmek için planlar yapmaya başlar, Ayberk’ in ise olaylardan haberi yoktur sanki deneme çekimine devam edermişçesine ağırbaşlı ama bir kameraya oynarlık hiç zorlanmadan sezilebiliyor.

9: Tatlıya hücum harekâtı devam ediyor, Ayberk de düğünlerde görüp özendiği pasta yedirme aktivitesini Ünal’ la gerçekleştirmek istiyor ama planında hesaplamadığı bir ayrıntı işlerin ters gitmesine neden oluyor.

10: Ayberk artik çatalın amaca ulaşmak için bizi yavaşlatan bir araç olduğunu düşündüğünden olacak ki kafasını tatlı tabağına daldırıyor.

11: Tatlı biter, her bitiş yeni bir başlangıcın habercisidir oysa!

13: Kaldırma. Osman’ ın nedeni bilmediğimiz bir sebepten ötürü her buluşmamızda bir kaçımızı alıp havaya kaldırması bizim için artık sıradanlaştığı için garipsemiyoruz ama Osman başkası görürse ne der diye düşünmüyor musun, tabi senin işin kolay, bizse açıkla açıklayabilirsen derdindeyiz.

14: Şimdiki kurban ise Veli

15: Yukarı, daha yukarı!

16: Başım belki göğe ermedi ama neredeyse tavana erecekti...

İki bin beş yılında iki ayrı makine vardı birincisiyle yukarıdaki yazılara konu olan fotoğraflar çekildi, ikincisiyle çekilen fotoğrafları ise ancak aradan bir yıl geçtikten sonra görebildim, bana sebebini bilmediğim bir şekilde bu gıcıklığı yapan arkadaşlarımı buradan ifşa etmekten büyük bir zevk duyuyorum, sizi gidi reziller. Ayrıca üzerinden bir yıl geçen fotoğraflar hakkında yazabileceklerim, yukarıdakilerin tazeliğini sunamayacağı için teşebbüsü gereksiz buluyorum.

Yazı uzadı, yerimin darlığı nedeniyle yazımın devamını başka bir bahara erteliyorum. Bunlarda iki bin altı pikniğinden fotoğraflar.
(2004: Çatalca, 2005: Sarıyer, 2006: Kıyıköy)










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Diğer Dillerde Hoşçakal

Mızıka Tabları Nasıl Okunur

conio.h